


















Geçenlerde eşime “Aslında çok başarılı bir girişimci olmanın yollarını gayet iyi biliyorum, harika fikirlerim de var! Önümdeki tek engel; (genelde kişisel gelişim kitapları tam bu noktada “Kendinizsiniz!” der) Bulaşıklar ve Çamaşırlar!” dedim gülerek. Gülüyordum gülmesine de içimde kocaman bir -birikmiş de patlayacak yer bulamamışlar- yığını vardı.
Bu sabah bu yazıyı yazmaya karar verip bilgisayarın başına oturana kadar perde asmak, çocukların çarşaflarını değiştirmek, makineye çamaşır atmak gibi 5-6 farklı iş arasında koşturdum. Tüm bunları yaparken içimden sürekli “Yazsan yaz, tabii vakit bul da yaz.” İçimdeki öfkenin esas sebebi gerçekten vakitsizlik miydi? Yoksa benim günlerdir aynı koltukta haberleri izleyip, iftar vaktine az bir zaman kala zar zor kalkıp sofraya konacak bir yemek yetiştirmeye çalışmak, tüm gün kılımı kıpırdatacak enerjimin olmayışından işlerin üst üste yığılışını seyretmemden miydi tam emin değilim. Aslında belkide ikisi birbirini tetikliyordu. Ben kocaman bir acı ve mutsuzluk girdabının içindeydim, bu girdap da etrafımdaki herkesi ve her işi de içine alarak günlerce yol alıyordu.



Bayram geliyor ve ben sadece bir battaniyenin altına girip tünelin diğer ucuna geçince üzerimdeki örtüyü kaldırmalarını istiyordum. Filistin o halde iken benim burada ev temizlemekle uğraşamamın, işlerimle ilgilenmemin kime ne faydası vardı? Bunlarla uğraşmak bile utanç verici geliyordu bana. Sonra tüm o zulümler altında top oynayan, ders çalışan, bombalar birkaç saatliğine durduğu anda gündelik hayatlarına devam eden kardeşlerimizi gördüm. Allahım bu insanlar nasıl böyle derken bu konunun en yetkin isimlerinden Zahide Tuba Kor hocanın “Bunların birer savunma mekanizması olduğunun, insanın aylarca, yıllarca travmayı her an yaşarsa akıl ve ruh sağlığını kaybedeceğini bilmiyoruz” sözünü okudum. Onu okuyunca “bu halleri aynı zamanda düşmanlarını da delirtiyordur muhtemelen!” diye düşündüm.



Düşünsenize siz bir toplumu haritadan silmeye çalışıyorsunuz, istiyorsunuz ki bomba atmadığınız saniyelerde de ağıtlar yakmakla geçsin her anları, kıllarını kıpırdatamasınlar. Bırakın kıl kıpırdatmayı top oynuyorlar! Kendi halime döndüm baktım sonra. Çocuklar günlerdir endişe dolu gözlerle halime bakıyorlar, Filistin’e yandığımı biliyorlar. İçim yanıyor evet ama ayağa kalkmanın zamanı bu zaman! Çocuklarım böyle vakitlerde annelerinin daha da çok çalıştığını, o an her ne yapıyorsa -ev ya da iş ile ilgili- daha da büyük bir azimle yaptığını görmeliler. Eski kadınlara bakıyorum, bizden kat kat daha büyük acılar yaşarken bile bayram hazırlıkları yapan, tüm erkekleri savaşa gittiğinde kendilerine acıyarak ölümü beklemek yerine mücadele eden kadınları… Sonra gözümün önüne bayram için süslenmiş Aksa geliyor.



“Kalk!” diyorum kendime “Kalk, kulağına kulaklıkları tak, vakit boşa geçecek diye endişedeysen bir Esma_ul Husna zikri aç (bana bu ara en iyi gelen), bir podcast dinle, bulaşıkları yıkarken canlı yayın dinle ama yeter ki Kalk! Evlatların annemiz öyle zamanlarda daha da bir çılgınca girişirdi işlere, kadına bir haller olur, bayram hazırlığı yaparken aşka gelirdi!” desinler…
Fotoğraflar annemin son 20 seneki bayram sofralarından bazıları, şimdi düşünüyorum da bazılarında muhtemelen yüreği kan ağlıyordu ama bize hiç hissettirmedi, o yüzden biz onu hep zulüme dimdik duran, hakkı söylemekten sakınmayan biri olarak biliyoruz. İnşallah evlatlarımız da bizi öyle bilsin…